21 Aralık 2016 Çarşamba

Ayşe Teyze'yi, İşçi Mehmet'i üretim mi kurtaracak?

Ayşe Teyze'yi, İşçi Mehmet'i üretim mi kurtaracak?

En çok duyduğumuz...
En çok her derde deva gibi söylenen...
İki cümleden biri şu: Üretim lazım! Diğeri ise eğitim şart.
Yaz aylarında ekonominin uzun bir aradan sonra küçüldüğü açıklanınca... Üstüne üstlük işsiz sayısı da 420 bin kişi artınca... Yine duyduk: Üretim şart.
Gerekçe şöyle: Üretim iş demek, aş demek, gelir demek. Üretim olacak ki işsiz Mehmet iş bulsun. Eve ekmek götürsün. Eve gelir gelecek ki Ayşe teyze çıkıp alış veriş yapsın, tüketsin, ekonomiye can versin.
Bu tezleri okurken başka ekonomi haberleri geldi gündeme. İşte bir örnek: Avrupa’nın en büyük bankası HSBC İngiltere’deki 321 şubesini kapattı.
Banka yetkilileri sebebi şöyle açıkladı: İngiltere’de yetişkinlerin yüzde 56’sı internet üzerinden bankacılık işlemi yapıyor. Şube ziyaretleri yüzde 40 azaldı. Bankacılık işlemlerinin yüzde 93’ü telefon, internet bankacılığı, akıllı telefonlarla gerçekleştiriliyor. Nakit çekimlerinin yüzde 97’si de ATM’lerden yapılıyor.”
Başka bir haber: İnternet’ten satışlar patladı. Tüketiciler en çok 20.00 ile 23.00 arasında daha pahalı ve daha hızlı online alışveriş yapıyor.”
Saat tanımaksızın, gece gündüz tüketip, alış veriş yapıyormuşuz.
Bu haberler  bize bir şey anlatıyor.

OYSA HIZLI VE SÜREKLİ ÜRETİYORUZ

Üretim sorunu yok ortada. Sürekli üretiyoruz aslında. Lakin ürettikçe sıkıntı yaşıyoruz.
Bu meseleye dair işçi eğitim çalışmalarında anlattığımız bir örneği sizlerle paylaşalım.
30 işçinin çalıştığı bir bant düşünelim. Bu bant üstünde üretilen bir makine parçası için her işçinin beş hareket yaptığını var sayalım.
30 işçi 5 hareket yaptığına göre demek ki, bu makine parçasının banttaki işleminin tamamlanması için 150 hareket (30x5) gerekmekte.
Bir de patronun, “Üretimi şu kadar artırıyoruz, bu hedefi yakalayan ilk ekibe şu ödülü veriyoruz” diyerek… İşçilerden bir hareket daha yapmasını istediğini düşünelim.
İşçi; “Bir hareket fazla yapsam canım mı çıkar?” diye düşünür. Ve önüne gelen makine parçası üstünde beş değil altı işlem yapmaya başlar.
İşte işçi o zaman kaybeder. Her işçi 5 yerine 6 hareket yaptığında bant üstünde hareket eden makine parçası 25. işçinin önünden geçtiğinde, artık üstünde yapılacak bir işlem kalmamıştır. Çünkü makine parçasının yapımı için gerekli olan 150 hareket (25x6) tamamlanmıştır.
Sonuç 1: Beş işçiye iş kalmaz ve işçiler atılır.
Sonuç 2: İşçiler eskisine göre, beş yerine altı hareket yaparak; gün içinde, eskisine göre beşte bir daha fazla çalışmış olur.
Sonuç 3: İşçiler, daha fazla çalışmış olmalarına rağmen, belirli bir iş saati üstünden ücret aldıkları ve çalışma saatlerinde bir uzama olmadığı için ek bir ücret alamazlar.
Sonuç 4: Patron 5 işçiyi işten çıkardığı için beş işçinin ücretini daha cebine atarak gelirini altıda bir oranında daha artırmış olur.
“Bir hareket fazla yapsak ne olur”un karşılığı henüz bitmedi.  Çünkü; makine paçasının yapımı eskisine göre “altıda bir daha çabuk” olduğu için gün içinde banttan geçen “parça sayısı” da eskisine göre altıda bir daha fazla olur.
Yani, “ek bir hareketle” patron eskisinden altıda bir daha az işçiyle eskisine göre altıda bir daha çok mala sahip olur.
Teknolojiyi kullanış biçimi de bu sömürü tablosunu daha da derinleştiriyor.

ÜRETTİKÇE KUYUMUZU KAZIYORUZ

Üretim bantları hızlanıyor neden?
Mesailer uzuyor, molalar kısalıyor neden?
Hafta sonu tatili dahi kaldırılıyor neden?
Hepsi ama hepsi üretimi çoğaltmaya, emeği ucuzlatmaya dönük işler.
Üretim artıyor işçi sayısı azalıyor. Üretim artıyor fakat gelir azalıyor.
Son 40 yılın, yani neoliberalizm döneminin gelir tabloları diyor ki... Bırakalım daha küçük ekonomileri! ABD başta olmak üzere tüm merkez kapitalist ülkelerde... Ücretler, emek verimliliği kadar artmıyor. Batı kapitalizminde sömürüyü artıran bu tablo emekçilerin aldığı payın sürekli düştüğünü, işsiz sayısını artırdığını gösteriyor.
Şu tez koca bir yalana dönüşüyor: Üretelim ki fabrikalar artsın. Fabrikalar artsın ki işsiz sayısı azalsın. İşsiz sayısı azalsın ki, patronlar işçileri dışarıdaki işsizler ordusuyla korkutamasın. Korkutamasın ki sefalet ücreti dayatamasın. Dayatamasın ki ücretler artsın.
Böyle olmuyor işte! Tam tersi, hızlı ve yoğun ürettikçe kuyumuzu kazıyoruz. İşçi kardeşlerimizi işsizliğe, çalışanları da düşük ücrete mahkum ediyoruz.

BEDELİ AĞIR

Hızlı ve yoğun üretim artıkça...
İş, az kişiye çok ürettirmekten, vatandaşı da üretimin parçası haline getiren bir sürece dönüşüyor. İKEA markasını düşünün. Firma diyor ki “... Aldığınız malzemenin parçalarını siz evde birleştirirseniz ürünü daha ucuza mal edersiniz.” İşi bize yıkarak, kendini montaj işçilik maliyetinden kurtarıyor.
Bankalar işlemleri üzerimize yıktıkça çalışanlarını kapı dışarı ediyor. İş yoğunluğu artan bizler banka işlerini de kendimiz yapmak zorunda bırakılıyoruz.
Kolaylık gibi gözüken internet siparişi, 24 saat üretilen, 24 saat ürünlerin dolaşımını sağlayan, 24 saat tüketim yapılabilen bir piyasa yaratıyor. İşte bu haftanın her günü her saat anlayışıyla oluşturulan bu piyasa durmaksızın çalışmayı ve üretimi pompalıyor. Bu yoğun üretimi az işçiye yaptırıyor. Bunun bir sonucu olarak da meslek hastalıklarını, iş kazaları sonucu sakatlıkları ve ölümü çoğaltıyor.
Daimi harcama ve sonsuz müsriflikle kendisini ayakta tutan bu işleyiş, aynı zamanda, doğayı ve ekolojik bütünlüğü de bozuyor.
Üretimin bedeli çok ağır oluyor.

BÜROKRATİK SENDİKACILIK BUNU DESTEKLİYOR

Hızlı ve yoğun üretimlerin işçilere (Aynı zamanda hepimize) kaybettirdiği çok açık. Sendikalar işçinin canını alacak bu sistemle uzlaşıyor.
Gazetelerden birkaç örnek: SIO Otomotiv, Trakya’da kurulu. Asgari ücret 1300 liraya çıkarılınca yönetimin yaptığı ilk iş üretimi hızlandırmak olmuş. İşçiler şimdi 7 saniye daha hızlı üretiyor.
İşyerindeki örgütlü sendika, ‘perişan oluyoruz’ diyen işçiye kulak vermek, üretimin hızlanmasının sakıncalarını anlatmak yerine haberin duyulmasını engellemeye çalışıyor.
Diğer örnek haber: “Paketleme bölümünde her bir ürünün 17 saniyede çıktığı BSH’de işçiler, robotlarla yarıştırılıyor.”
İşçiler haliyle sakatlanıyor. Sendika ne yapıyor dersiniz. İşçiye “sakın bunları kimseye anlatmayın yoksa patron sizi tedavi ettirmez” tehdidi savuruyor.

ÜRETİM ÜRETİM DİYE TUTTURMAK YERİNE

Yoğun, hızlı, verimli (az işçiyle çok üretim) işçilerinin gelirini azaltırken en tepedekilerin gelirini artırıyor. Haliyle alttakilerle (emekçilerle, üstekilerin (sermayedarların) arasındaki uçurumu büyütüyor.
5 yıl önce en zengin 400 kişinin geliri dünya nüfusunun yarısının gelirine eşitti. Şimdi 62 kişinin. Uçurum büyüdükçe yaşamın çelişkileri derinleşiyor. Örneğin 12 milyar insana yetecek gıda üretiliyor, dünya nüfusu 7 milyar. Buna rağmen açların sayısı artıyor.
İşin özü sorun üretim değil, üretim biçimi. “Üretim üretim” deyip tutturmak yerine üretim biçimini tartışsak.
“Bu kadar yoğun üretimi daha çok işçiyle insani koşullarda yapmanın önündeki engel nedir?” diye sorsak. 12 saat mesaiye kalmak yerine 6 saat bir grup işçinin, 6 saat başka bir grup  işçinin çalışmasının önündeki engel nedir?”e cevap arasak. Üretimin artması işçi sayısını neden azaltıyor, neden işçinin gelirini düşüyor” diye kafa yorsak.
İşçi Mehmet’in de, Ayşe teyzenin de kurtuluşu burada

Hiç yorum yok:

Bitkilerden Sıvı Gübre yapımı

100 litreli bdon yada varil Araziden tlanan yeşil otlar  Bol miktara hamurmayası Bir bardak pekmez yada şeker Bir subardagı laktik asit Otla...

Son 30 günde En çok görüntülenen