22 Mart 2020 Pazar

Tarihin Akışını Değiştiren Büyük Salğın Hastalıklar

14. yüzyıl vebası ve Batı Avrupa'nın yükselişi

1350'lerde Avrupa'yı vuran veba, nüfusun yüzde 3'ünü öldüren çok büyük bir salgındı.Ancak milyonlarca insanın ölümü sonrası, salgından etkilenen ülkeler büyük bir hızla büyüdü ve bugün dünyanın en zengin ülkeleri haline geldi.
Yüksek oranda insanın ölümüne sebep olduğu düşünülen hıyarcıklı veba (bubonik veba) çoğunlukla köylülerin hayatına mal oldu. Bu da toprak sahiplerinin işgücü sıkıntısı yaşamasına yol açtı. Geride kalan sağlıklı tarım işçileri, daha fazla pazarlık gücüne sahip oldu.
Yani işçilerin, toprak sahiplerinin borçlarını ödemek adına çalıştırıldığı eski feodal sistem parçalanmaya başladı. Bu parçalanma Batı Avrupa'yı daha modern, ticaret odaklı ve nakit bazlı bir sisteme itti.
İşlerini yaptırmak için insanları çalıştırmak daha pahalı hale geldiğinden, iş sahipleri işçilerin yerine geçecek iş gücü tasarruflu teknolojilere yatırım yapmaya başladı. Sanayileşmenin, insanın yerini makinelerin almasının önü böylece açılmış oldu. Bu sebeple salgının Avrupa emperyalizmini cesaretlendiği görüşü hâkim.
Deniz yolculukları ve keşifler o döneme kadar son derecede tehlikeli görülmüştü. Ancak vebanın neden olduğu yüksek ölüm oranları, insanları salgından kaçmak için uzun deniz yolculuklarına çıkmaya daha istekli hale getirdi. Bu da Avrupa sömürgeciliğinin yayılmasına yardımcı oldu.
Ekonomiyi modernize etmenin, teknolojiye yatırım yapmanın ve dışa açılmayı teşvik etmenin etkisiyle Batı Avrupa, zaman içinde dünyadaki en güçlü bölgelerden biri oldu.

Amerika'daki çiçek hastalığı ölümleri ve iklim değişimi

Amerika kıtasının 15. yüzyılda sömürge haline getirilmesi pek çok insanın ölümüyle sonuçlanıp dünyanın iklimini değiştirmiş olabilir.
University College London'daki bilim insanlarının yaptığı araştırma, yalnızca o yüzyıl içinde, o dönem dünya nüfusunun yüzde 10'una denk gelen bölge nüfusunun 60 milyondan 5-6 milyona düştüğünü gördü.
Bu ölümlerin çoğuna, sömürgeciler tarafından getirilen hastalıklar neden oldu.
Çiçek hastalığı aralarında en fazla can kaybına yol açan etkendi. Diğer ölümcül hastalıklar arasında ise hıyarcıklı veba (bubonik veba), sıtma, humma ve kolera vardı.
Bunların bölgedeki yıkıcı etkisinin yanı sıra tüm dünyada da bazı sonuçları oldu.
Hayatta kalan az sayıda insan, elde kalan arazileri yeterince işleyemediği için çok büyük alanlar ormana veya çayıra dönüştü.
Tahmini 560 bin kilometre kare alan, yani neredeyse Kenya büyüklüğünde bir yer bu yönde değişti.
Bitki ve ağaçlardaki bu muazzam büyüme, karbondioksit seviyesinde azalma sağlayıp dünyanın geniş bölgelerinde sıcaklığın düşmesine sebep oldu.
Bilim insanları, volkanik patlamalar ve güneş aktivitelerinin azalmasıyla beraber bu olayın da, dünyanın pek çok yerinde sıcaklığın düştüğü ''Küçük Buz Çağı'' adı verilen dönemin başlamasına neden olduğuna inanıyor.
İronik olan ise, bu olaydan en çok etkilenen alanlardan biri, düşük oranda mahsul ve kıtlıklarla mücadele eden Avrupa'ydı.

Sarıhumma ve Haiti'nin Fransa'ya başkaldırısı

Haiti'de meydana gelen bir salgın, Fransa'nın Kuzey Amerika'dan çıkmasına yardımcı oldu. Bunu da ABD'nin kıtada büyümesi ve hızla güçlenmesi izledi.
1801'de Avrupalı sömürge güçlerine karşı çıkan bazı isyanların ardından, Fransa'nın işbirliğiyle Haiti'yi Toussaint Louverture yönetti.
Ancak Fransız lider Napoleon Bonaparte kendisini hayat boyu yönetici olarak açıklayınca, adanın da tüm kontrolünü ele geçirmek için on binlerce askeri Haiti'ye yolladı.
Savaş meydanında oldukça başarılılardı.
Ancak sarıhummanın etkisi savaşın seyrini değiştirdi. Salgın sebebiyle Fransa'dan gelen yaklaşık 50 bin asker, subay, doktor ve denizcinin öldüğüne ve sadece 3000 kişinin Fransa'ya geri dönebildiğine inanılıyor.
Afrika kökenli hastalığa Avrupalı güçlerin hiçbir doğal bağışıklıkları yoktu. Askeri güçleri bozguna uğrayan ve demoralize olan Napolyon, sadece Haiti'yi terk etmedi; Fransa'nın Kuzey Amerika'daki tüm hedeflerinden de vazgeçti.
Askeri güçlerinin Haiti'deki isyanı durdurmak için başlattığı ancak başarısız olan operasyondan sadece 2 yıl sonra Fransa lideri 2 milyon kilometre kareden daha büyük bir araziyi ('Louisiana Alışverişi' olarak da biliniyor) ABD yönetimine satıp, genç ülkenin boyutunu ikiye katladı.

Afrika sığır vebası ve sömürge yayılması

Hayvanları öldüren bir hastalık da, Avrupa'nın Afrika'yı sömürgeleştirmesini hızlandırdı.
1888-1897 yılları arasında sığır vebası virüsü (rinderpest), Afrika'nın sığırlarının yüzde 90'ını öldürüp Afrika Boynuzu, Batı Afrika ve Güneybatı Afrika bölgelerindeki toplulukları harap etti.
Büyük baş hayvanların yitirilmesi açlığa, toplumda bir çöküşe ve sığınmacıların salgından etkilenen bölgelerden kaçmalarına yol açtı. Mahsul yetişen yerler de etkilendi. İnsanların birçoğu toprağı sürmek için öküze güvendiğinden ekin yetiştirme alanları da etkilendi.
Hastalığın neden olduğu kaos, Avrupa ülkelerinin 19. yüzyılın sonlarında Afrika'nın büyük alanlarını sömürgeleştirmesini kolaylaştırdı.
Planları sığır vebası salgını başlamadan sadece birkaç yıl önce başlamıştı
1884-1885'te Berlin'deki bir konferansta, aralarında Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Portekiz, Belçika ve İtalya'nın da olduğu Avrupa'dan 14 ülke, Afrika üzerindeki emellerini görüştü. Planlar bu konferansın sonrasında resmileşti.
Bu planlar kıtada çok büyük bir etki yarattı. 1870'lerde Afrika'nın yalnızca yüzde 10'u Avrupa kontrolü altındayken 1900'lere gelindiğinde bu oran yüzde 90'a çıkmıştı. Haksız toprak alımı, sığır vebası salgınından oluşan kaos ile desteklendi.
İtalya, nüfusun neredeyse üçte birini öldüren Etiyopya'daki kıtlık nedeniyle başka bir Afrika ülkesi olan Eritre'ye 1890'ların başında yola çıktı.

Veba ve Çin'deki Ming hanedanlığının düşüşü

Ming hanedanlığı, Doğu Asya'nın geniş kısmında büyük bir siyasi ve kültürel etki kullanarak Çin'i neredeyse 300 yıl boyunca yönetti. Ama bu yönetim, korkunç bir salgın hastalık sonrası son buldu.
Salgın, Çin'in kuzeyine 164 yılında, muazzam can kayıplarıyla birlikte geldi. Bazı bölgelerde nüfusun yüzde 20'si, bazılarında yüzde 40'ı öldü. Veba, kıtlık ve çekirgelerle aynı zamanda ortaya çıktı.
Tarlalarda mahsul bulamayan insanların yiyecekleri yoktu ve bazıları salgın kurbanlarının cansız bedenlerini yemeye başladı.
Kriz büyük olasılıkla hıyarcıklı veba (bubonik veba) ve sıtmanın bir birleşimiydi. Kuzeyden gelip hanedanlığı tahtından edecek olan istilacılar tarafından getirilmiş olabilir.
Kaosla artan haydut saldırılarını, Ming hanedanlığının yerine geçip yüzyıllar boyu sürecek kendi imparatorluklarını kuran Qing Hanedanlığı'nın istilası takip etti.
O ara hasta olan Ming liderinin karşı karşıya kaldığı, aralarında yolsuzluk ve kıtlığın da bulunduğu pek çok sorun vardı ancak ülke çapında yayılan ölümcül salgın hastalık, yönetimlerinin çok daha hızlı şekilde son bulmasına yol açtı.

18 Mart 2020 Çarşamba

Telafi çalışması nedir ve hangi hallerde yapılır?

4857 sayılı İş Kanunu'na göre, iş sözleşmesi ve toplu sözleşme ile çalışanlara sağlanan izin haklarının dışında 'işçinin çalışmadığı' dönemler için telafi çalışması yaptırılıyor. Bu çalışma şekline telafi çalışması adı veriliyor.
Bir anlamda, çalışanların işçinin ücretini aldığı ancak çeşitli nedenlerle çalışmadığı bir süreyi sonradan çalışarak yerine getirmesine telafi çalışması deniliyor. Telafi çalışmaları, raporlu olunan süreleri kapsamıyor. Yine yıllık izin hakları ile bayramlardan kaynaklanan izin hakları da telafi çalışmasının kapsamına girmiyor.
Yasada, telafi çalışmasının çerçevesi de çizilmiş bulunuyor. 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 64. Maddesi şöyle:
"…Zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir."
İlgili maddede de öngörüldüğü gibi, çalışılmayan sürenin telafisi iki ay içinde yapılacak. Ayrıca yine aynı maddeye göre, telafi çalışması yapılırken yasal çalışma süreleri aşılmayacak. Örneğin, telafi çalışması günde üç saatten fazla olamaz. İş Kanunu'na göre çalışma süresi günlük on bir saat olarak değerlendirilir. Buna göre telafi çalışması günlük çalışma saati dikkate alındığında en fazla üç saat olarak uygulanabilir. Günde 8 saat saat çalışan bir işçi 3 saat daha fazladan çalışabilir. Bu da günlük üç saatlik telafi çalışmasının yapılmasını imkan veriyor.
İki ay içinde yapılmayan telafi çalışmaları ne olacak? Yasada telafi çalışmalarının zorunlu nedenin ortadan kalkmasının ardından iki ay içinde yapılması öngörülmüştür. Dolaysıyla telafi çalışmasının iki ayın üstünde bir zaman diliminde yapılması söz konusu olmayacaktır. İşveren bu süreyi arttıramaz. Veya, telafi çalışması yaptırmadığı çalışandan, işe gelmediği günlerin ücretini kesemez. Yani bir işveren, işyerinin zorunlu olarak kapalı kaldığı günler için, çalışandan bir kesinti yapamaz. Sadece çalışılmayan dönem için ilave bir çalışma talebinde bulanabilir. Bu çalışma şekli de, önceden çalışana tebliğ edilmek zorundadır.
İşveren, telafi çalışması yaptırmadan önce bu durumu çalışanlarına bildirmekle mükelleftir. İşveren, telafi çalışmasının hangi nedenle yapıldığını da bildirmesi gerekiyor. Ayrıca telafi çalışması resmi olarak tatil sayılan günlerde yaptırılamaz. Yasaya göre telafi çalışmasının yapılacağı durumlar ise şöyle:
-Zorunlu nedenle işin durması,
-Ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi,
-Benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi
-İşçinin talebi ile kendisine izin verilmesi.

10 soruda kısa çalışma ödeneği

1- Kısa çalışma ödeneği nedir?
Genel olarak ekonomik, sektörel, bölgesel sorunlar nedeniyle ya da işverenin yaşadığı sorunlar nedeniyle işyerindeki haftalık çalışma süresinin geçici olarak en az üçte bir oranında azalması veya işyerinin faaliyetini en az 4 hafta süreyle durdurması halinde sigortalılara çalışamadıkları dönemde sağlanan gelir desteğine kısa çalışma ödeneği deniyor. Deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık gibi durumlar da ödenekten yararlanılıyor.

2- Ödenek kapsamında ne yapılıyor?
İşçilere kısa çalışma ödeneği ödeniyor, ayrıca işçilerin genel sağlık sigortası primleri ödeniyor.

3-Sağlanan ödeneği süresi var mı?
Üç ayı aşmamak üzere veriliyor. Bu süre 6 aya kadar da uzatılabiliyor.

4- Nasıl başvuru yapılıyor?
İşverenin İŞKUR’a kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak istediğine dair başvuruda bulunması gerekiyor. İş müfettişleri inceleme yapıyor ve uygunluk tespiti sonucu işyerinin ödenekten yararlanıp yararlanmayacağına karar veriyor.

5- İşçi, nasıl ödenekten yararlanıyor?
Öncelikle işverenin kısa çalışma ödeneğine başvurması ve yapılan incelemede başvurunun kabul edilmesi gerekiyor. İşçinin ise çalışma süresi ve işsizlik sigortası primi ödeme gün sayısı bakımından işsizlik ödeneğine hak kazanmış olması gerekiyor. Kısa çalışmanın başladığı tarihten önceki son 120 gün hizmet sözleşmesine olanlardan son 3 yıl içinde en az 600 gün süreyle işsizlik sigortası primi ödemiş olması gerekiyor.

6- Çalışana ne kadar ödeniyor?
Günlük kısa çalışma ödeneği kapsamında çalışanın, aylık prime esas kazancının günlük brüt tutarının yüzde 60’ı ödeniyor. Kısa çalışma ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının yüzde 150’sini geçemiyor. Bu kapsamda, asgari ücretli bir çalışana aylık 1.534 lira kısa çalışma ödeneği ödeniyor. Bu paradan sadece damga vergisi kesiliyor. Eğer kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak isteyen işyerinde bir çalışan aylık 5.000 lira maaş ile çalışıyorsa  ve ödenekten yararlanacaksa; çalışana aylık 3.000 lira ödeniyor. Buradan da damga vergisi kesiliyor.

6- Çalışana ne kadar ödeniyor?
Günlük kısa çalışma ödeneği kapsamında çalışanın, aylık prime esas kazancının günlük brüt tutarının yüzde 60’ı ödeniyor. Kısa çalışma ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının yüzde 150’sini geçemiyor. Bu kapsamda, asgari ücretli bir çalışana aylık 1.534 lira kısa çalışma ödeneği ödeniyor. Bu paradan sadece damga vergisi kesiliyor. Eğer kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak isteyen işyerinde bir çalışan aylık 5.000 lira maaş ile çalışıyorsa ve ödenekten yararlanacaksa; çalışana aylık 3.000 lira ödeniyor. Buradan da damga vergisi kesiliyor.

7- Ödemeler ne zaman yapılıyor?
Ödenek, çalışanın kendisine ve aylık olarak her ayın 5’inde ödeniyor. Kısa çalışmanın günlük, haftalık veya aylık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı işyerinin gelenekleri ve işin niteliği dikkate alınarak işverence belirleniyor. Kısa çalışma ödeneği, işyerinde uygulanan haftalık çalışma süresini tamamlayacak şekilde çalışılmayan süreler için aylık olarak veriliyor.

8- Çalışanın sigorta primleri ödeniyor mu?
Çalışanın kısa çalışma ödeneği aldığı süre için genel sağlık sigortası primleri ödeniyor. Kısa ve uzun vadeli sigorta primleri ise ödenmiyor.

9- İşveren açısından ödenek ne zaman son buluyor?
Kısa çalışma ödeneğinin süresi üç ayı aşmıyor. Ayrıca işveren, kısa çalışma uygulaması devam ederken, normal faaliyetine başlamaya karar verirse ödenek de duruyor.

10- Çalışan ödeneği hangi durumlarda kesiliyor?
Kısa çalışma ödeneği alanların işe girmesi, yaşlılık aylığı almaya başlaması, işinden ayrılması hallerinde kısa çalışma ödeneği kesiliyor.

16 Şubat 2020 Pazar

Tariş Direnişi 1980

Tariş işçilerinin 1979 seçimleri sonrası kadrolaşma girişimine karşı başlattığı ve kent geneline yayılan büyük direnişin üzerinden 40 yıl geçti.
22 Ocak 1980’de Tariş fabrikalarında işçiler tarafından başlatılan ve kısa sürede kent geneline yayılan Tariş direnişinin üzerinden tam 40 yıl geçti. İşçilerin yeni seçilen hükümetin kadrolaşma girişimine güçlü yanıtı olan bu direniş, işçi hareketinin toplumun diğer tüm emekçi kesimlerini nasıl harekete geçirebileceğinin örneklerinden olması dolayısıyla özel öneme sahip.

Yaklaşık 25 gün süren, dördü polis ikisi direnişçi olmak üzere 6 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı, binden fazla kişinin gözaltına alındığı ‘Tariş Direnişi’ patron-devlet işbirliğiyle bastırıldı. 20 Şubat’ta İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi. Direnişin bastırılmasıyla yüzlerce işçi işten atıldı; yerlerine hükümete yakın kişiler görevlendirildi


12 Şubat 2020 Çarşamba

Kral Çıplak

Bir masalım var, sizlere anlatmak istediğim… 

Çocuklarımıza,  gelecek nesillere anlatabileceğimiz bir masal… 

 

 Bir varmış, bir yokmuş.. Uzak diyarlarda bereketli topraklarda bir kral yaşarmış. Kendini çok akıllı sanan, giyimine kuşamına çok düşkün olan. O kadar kibirli, o kadar kendini beğenmiş bir hükümdarmış ki, sürekli aynada kendine bakar, ne istiyorsa onu yapar, halka da istediklerine ses çıkarmasınlar diye baskı yaparmış. Bu sırada çok defa hata yapar, ama baskıcı tutumundan dolayı halk gerçekleri söylemeye korkarmış…

 Günlerden bir gün, komşu ülkenin kralının ziyaret edeceğini duymuş. Kendisinden haz etmez, onla ilgili hoş olmayan planlar yaparmış. “Fırsat bu fırsat, en şık ben olmalıyım.” diye düşünmüş ve terzi aratmaya başlamış. Demiş ki yaverlerine; “Dünya’nın her yerine habercilerimi gönderin, bir terzi bulun bana, dünyanın en güzel elbisesini dikecek terziyi!”Bir sürü terzi gelmiş, lakin hiçbirisini beğenmemiş. Sonra bir gün yabancı güçlü bir krallık kendi terzisini yollamış krala ve bu gönderilen terzi demiş ki; “Öyle güzel bir kumaşım var ki, öyle şık olacaksınız ki, kimse sizden gözünü alamayacak. Herkes sizi konuşacak, çok güçlü gözükeceksiniz. Ve sizden önce hiç kimsede olmayacak bu giysi.”Kral çok şaşırmış tabii, hemen kabul etmiş. Ama terzi eklemiş; “Tek şartım var, ben dikerken karışmayın.”Gel zaman git zaman, sonunda terzi bitirmiş ve giydirmiş k.ralı. K.ral aynaya bakmış ve üzerinde hiç giysi olmadığını görmüş. Tam kızacakken terzi demiş ki terzi; “Sayın kralım, bu kumaşı sadece akıllılar görebilir.”Tabii bizim kral kibirli ya, aptal durumuna düşmemek için “Çok güzel” demiş. Etrafındakilere sormuş, elbette hepsi korktuğu için cesaret edememişler doğruyu söylemeye ve “Çok güzel efendimiz”, “Harika oldunuz efendimiz” demişler. Kral daha da böbürlenmiş tabii ki…Ardından, büyük bir kendini beğenmişlikle çıkmış halkın arasına. Halk çok meraklı, çünkü duymuşlar sadece akıllıların görebileceği iddiasını. Halk, görünce şaşırmış, üzerinde hiç giysi yok…

Herkes görmüş, anlamış vaziyet, kralın nasıl kandırıldığını fark etmişler, ama korktukları için hiçbir şey söyleyememişler. O anda bir “çocuk” atlamış meydanın ortasına, parmağıyla kralı işaret etmiş ve gülerek bağırmış; “KRAL ÇIPLAK” diye. Bir anda halk, bu ilk sesle cesaretlenmiş ve kahkahalar atıp, hep bir ağızdan birlik içinde bağırmışlar; “Kral Çıplak!”  Bu seslere, kralın çevresindekiler de katılmış, korkuyu aşmışlar, zincirlerini kırmışlar ve hep bir ağızdan gerçeği söylemişler; Kral çıplak… En sonunda kral durumu geç de olsa böyle bir acı olayla anlamış ve çok utanmış….
Gökten üç elma düşmüş, biri “parka” , biri “halka”, biri de “Hakk’a”….

9 Şubat 2020 Pazar

İflas eden lise eğitim sistemi!



Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr aguclu@abbasguclu.com.tr


İflas eden lise eğitim sistemi!


2 Şubat 2020 Pazar

Bir Göçmen İşçi Direnişi: 1973 Almanya Ford Grevi

1973 yılındaki Ford Köln Grevi Almanya’da Türkiyeli göçmen işçilerin öncülük ettiği ilk grev, ilk işçi eylemi, ilk hak arama mücadelesidir. Farklı dillerden, dinlerden işçiler, birlikte hareket etmiş, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin en güzel örneklerinden birini sergilemişlerdir.
Köln Almanya’nın en çok göç alan kentlerinden biriydi. Binlerce Türk, Kürt, Yugoslav, İtalyan ve Alman işçi burada bulunan Ford fabrikasında çalışıyorlardı. Alman işçilerin aldığı ücret 8-9 mark civarındayken, Türkiyeli işçilerin ücreti 4-6 mark arasında değişiyordu. Enflasyon giderek yükseliyordu ve işçi ücretleri hızla eriyordu. Sendikalar göçmen işçileri görmezden geliyordu. 1973’te fabrikada yapılan temsilcilik seçimlerinde bir Türk işçi, Mehmet Özbağcı da temsilciliğe aday oldu. 30 binden fazla işçinin çalıştığı Ford’da 5600 oy aldı. IG Metall Sendikasının listesindeki tüm adayların toplamı ise 9000 civarında oy almıştı. Ancak göçmen işçilerin oyları sendika bürokrasisi tarafından görmezden gelindi.

Enflasyonun giderek yükselmesi, işçi ücretlerinin erimesi nedeniyle birçok fabrikada, sendikalar yeni bir toplu sözleşme ve ücret talebinde bulundular. Fakat patronların bu talepleri bastırmaya çalışması nedeniyle tüm ülkede grevler başladı ve yayıldı. Binlerce göçmen işçinin çalıştığı Ford’da ise ücretlerin arttırılması talebinin yanı sıra işçilerin başka bir talebi daha vardı. 4 haftalık yıllık izin sürelerinin 6 haftaya çıkarılması. Göçmen işçiler memleketlerini, ailelerini ziyaret etmek için 4 haftanın yeterli olmadığını dile getirdiler. Ancak bu talep patronlar tarafından reddedildi. Sendikacılar elbette bu talebi toplu sözleşmede dile getirmedi. 1973 yılının Ağustos ayına gelindiğinde binlerce göçmen işçiyi kapsayacak grevin fitili ateşlenmişti. Yıllık izinde Türkiye’ye giden işçiler doktor raporuyla izinlerini uzattılar. Fabrika yönetimiyse raporları kabul etmeyerek izin dönüşü işbaşı yapmayan işçileri işten atmaya girişti. Onlarca işçi işten atıldı. Çıkarılan işçilerin iş yükü geride kalanlara yüklendi. Bu durum içten içe öfkeyi büyüttü.

24 Ağustosta grev başladı. İşçilerin öne çıkardığı iki talepleri vardı. İşten atılan 500 Türkiyeli işçinin işe geri alınması, tüm işçilerin saat ücretlerinin 1 mark arttırılması. Bürokrat sendikacılar burada da uğursuz rollerini oynayarak grevi desteklemediler. Alman işçilerin tamamı olmasa da az bir kısmı göçmen işçilerle birlikte hareket etti. Ancak göçmen işçiler, birbirlerine kenetlenmiş ve grevi başarıya ulaştırmak için tek vücut olmuşlardı.

Bu grev, Alman hükümetini ve bir dünya tekeli olan Ford yönetimini diğer göçmen işçileri de cesaretlendireceği düşüncesiyle bir hayli endişelendirmişti. Böylelikle Türk konsolosluğu devreye girmiş ve işçilere grevi bitirme çağrısı yapılmıştı. Ancak ok yaydan fırlamıştı bir kere. Ağır çalışma koşullarına, düşük ücretlere, her türlü ayrımcılığa maruz kalan işçiler, birlikte hareket etmeyi ve birbirlerine güvenmeyi öğrenmişlerdi artık. Göçmen işçiler geri adım atmayarak, birlikte hak arama mücadelesine devam ettiler.

Ford yönetimi, grev kırıcıları ve polisi devreye soktu. Grev kırıcıları grevci işçilere saldı, polis öncü işçilerin büyük bir kısmını gözaltına aldı. Grev bastırıldı. Ancak işçilerin gözü açılmıştı. Ne patronun ne de bürokrat sendikacıların yaptıklarını unuttular. 1975 yılında gerçekleştirilen sendika temsilciği seçimlerinde, grev kırıcılığına ön ayak olan sendika temsilcilerini ve destekçilerini alaşağı ettiler.

1973 yılındaki Ford Köln Grevi Almanya’da Türkiyeli göçmen işçilerin öncülük ettiği ilk grev, ilk işçi eylemi, ilk hak arama mücadelesidir. Farklı dillerden, dinlerden işçiler, birlikte hareket etmiş, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin en güzel örneklerinden birini sergilemişlerdir.

Tarımda Gübreleme

GÜBRE NEDİR? İçerisinde bir veya birkaç bitki besin maddesini bir arada bulunduran maddelere gübre denir. Gübreler yapılarına göre ticari gü...

Son 30 günde En çok görüntülenen