Geçen hafta giriş yapmıştık.
Metal direnişinin, kapitalizmin yasalarını anlatan Das Kapital’i nasıl da sayfa sayfa önümüze serdiğine...
O yazıda sormuştuk: “Binlerce işçiye 1000’er lira ikramiye dağıtmayı kabul edip, saat ücretine 1 lira dahi zam yaptırmayan şey neydi?
Soru üzerinden artı değeri anlatmıştık.
Ve yine o yazıda şu tespiti paylaşmıştık: “Makine, ham madde, bina, para... Hiç biri ama hiçbiri kendi kendine değer üretmiyor. Ona müdahale edip ondan değer yaratan işçinin kendisidir.”
Buradan devam edelim!
Başka araçlar değer yaratamaz mı? Örneğin teknoloji...
Bilim ve teknolojideki devrim, işi tamamen robotlarla araba üretebilir noktaya getirmedi mi?
Otomotiv patronları neden tamamen işçisiz üretime geçmiyor da... Neden işçinin ağız kokusunu çekiyor?
ÖLÜ EMEK DEĞER YARATMAZ!
Das Kapital diyor ki...
Üretim araçları yani makine, teçhizat, ham madde ve ara mallar...
Bunlar yeni üretilen metaya hiçbir şey katmaz.
Bunların değeri değişmeden yeni metaya aktarılır. Olan sadece emek gücü eliyle biçim değiştirmeleridir.
Renault’dan anlatmaya devam edelim.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk...
Kaç liraysa değeri, diyelim toplamı 8 bin lira olsun! Bu rakam yeni üretilen arabaya aynen 8 bin TL olarak (maliyet) aktarılır. Çeliğin, plastiğin şekli değişse de rakam değişmez!
Ya da üretimde kullanılan bir makineyi ele alalım. Bu makinenin ömrü misal olarak diyelim 100 bin araç üretecek kadar olsun.
Her araç üretiminde 100 binde biri yeni araca aktarılır. İkinci araçta bir daha aktarır. 100 bininci araç üretildiğinde o makine hurda olur.
Bu nedenle Das Kapital’de Marx, üretim araçlarına değişmeyen sermaye adını verir. Değişen sermaye emektir. Aldığı ücretin ötesinde değer yaratır.
Değişmeyen sermayeye, ‘ölü emek’ der Marx aynı zamanda.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk... Parayla satın alınırlar. O para geçmişte işçiler tarafından üretilen artı değerin el konulmuş halidir.
Hani 8 bin lira demiştik ya o ölü emektir. Bir araya geldiklerinde yaratılan değerin yeni bölümü işçinin katkısıdır. Yani canlı emeğin katkısı...
TEKNOLOJİ SADECE SÖMÜRÜYÜ ARTIRIR
Peki bu teknoloji ne işe yarar?
Renault Bursa fabrikasından anlatmaya devam edelim.
Renault’da 2005 yılında saatte 41 araç üretiliyordu.
O zaman Renault, örneğin işçisine bir yılda 100 bin lira veriyorduysa, 100 bin lira da kâr elde ediyordu. Yani 1 işçiye veriyorduysa 1 de kâr elde ediyordu.
Sömürü oranı yüzde 100’dü yani...
Sonra patron teknolojiyi geliştirdi. 2005’te saatte 41 araç üretilen Renault’da rakam 63’e çıktı.
Kârların işçi maliyetini ikiye katlamaya başladı. 100 işçiye veriyorsa 200 cebe atmaya başladı. Sömürü oranı yüzde 200’e çıktı.
Teknoloji değer yaratmadı sadece aynı işçinin daha çok üretmesinin önünü açtı.
Sonra teknolojiyi değiştirmeden, adına ‘verimlilik’ denilen yöntemle sömürüyü artırdı Renault.
İki yıl önce bir UET’de (üretim birimi) 36 işçi çalışırken şimdi bu rakam 19.
İşçi sayısı düşerken üretilen araba sayısı düşmedi.
İşçinin ortalama saat ücreti 8.1 lira olsa... Eskiden bir saate 36 işçiye 292 lira (36x8.1) ödemesi gerekirken şimdi ödediği para sadece 153 lira (19x8.1).
Neredeyse yarı yarıya.
Aynı teknoloji ile aynı sayıda araç üretilmeye devam edildiğine göre sömürü neredeyse iki kat artmış demektir.
Şimdi patron 100 işçiye veriyorsa, 280 cebe indiriyor.
Teknoloji sayesinde değil bu kâr! Muazzam bir canlı emek sömürüsüyle...
TEKNOLOJİ VAR ÇİŞ YOK!
İnsansız fabrika çalıştırmak burjuvazinin, kapitalistlerin işine gelmez. Çünkü o zaman üretim yapabilir, ama sömürü yapamaz. Çünkü sömürünün kaynağı; ne çok üretimdir, ne de ileri teknoloji ürünü makinelerin üretime sokulması. Tersine, dün de bugün de sömürünün tek kaynağı ‘canlı emek’tir.
Kapitalist, işçi atıp makineleştikçe sömürüyü artırıyor... Bu durum patron sanki makineleri sömürüyor da ondan kârı artıyor gibi görüntü oluşturuyor. Görüntü böyle olsa da, gerçek patronun geri kalan işçileri daha çok sömürmesidir.
Geride kalan işçilerin sadece sömürü oranları artmaz, aynı zamanda sömürü koşulları da ağırlaşır. İşte Renault... İşçilerin tuvalet ve su ihtiyacını karşılarken yerlerine bakan yedek eleman sayısı ise ya bire indirilmiş ya da tamamen kalkmış. Bu nedenle çalışırken su bile içemediklerini tuvalete gidemediklerini anlatıyor işçiler. (Metal işçisi yasasını yazıyor, 19 Mayıs 2015, Muzaffer Özkurt, Evrensel).
Şimdi, Das Kapital’de yazıp da, metal direnişinde karşımıza çıkan kapitalizmin diğer yasalarına geçelim.
İŞTE BU YÜZDEN PARÇA GİBİ GÖRÜLMEK!
Yaşadığımız kapitalist sistemde... Mülksüzler barınmak, giyinmek, yemek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için emek gücünü belli saatlerde satmak zorundadır.
Das Kapital işte bu yüzden diyor ki; kapitalizmde işçiler, patronlar için değişken sermayedir. Patron gözünde işçi, doğal kaynaktır.
Patron için işçi, iş gücünden başka bir şey değildir! İşte bu yüzdendir! Renault patronunun ağır çalışma koşulları sonrası bel fıtığı, boyun fıtığı, dizde ödem, menisküs yırtılması yaşayan işçiyi hiç düşünmeden, bir parça gibi kapı önüne koyması...
Patron gözünde işçinin sadece iş gücü olarak bir değeri vardır, insan olarak değil!
KAÇINILMAZ SÜREÇ DAHA AZ İŞÇİ
Marx diyor ki... Meta fiyatlarının ucuzluğu iki şeye bağlıdır. Emeğin üretkenliğine ve üretimin boyutuna. [Yani işçi ucuza, çok üretecek. Tıpkı Renault’daki gibi. (Parantez içleri bana ait)] .
“Bunun için büyük sermaye daha küçüğünü yener” diyor ve ekliyor: Birikim sırasında meydana gelen ek sermaye büyüklüğü ile orantılı olarak daima daha az emekçiyi kendisine çekiyor. Öte yandan, yeniden-üretilen ek sermaye, eskiden çalıştırdığı emekçileri daima biraz daha kendisinden uzaklaştırıyor.”
Renault’nun büyüdükçe işçi sayısını azaltması kapitalizmin bir yasası yani.
Marx’ın bunu, “sermayenin değişmeyen kısmının [makineler, ham madde vd.lerinin], değişen kısma [emek gücüne] oranla giderek artma yasası” olarak tanımlıyor.
Bu yasa teknoloji başta olmak üzere sermayenin değişmeyen kısmında ortaya çıkan ve emek üretkenliğini artıran bir yasa.
İşte bu yasa işledikçe, Bursa’da işsiz sayısı artıyor otomotiv üretimi artsa da...
DİRENİŞTE VERİLEN İŞ İLANI DAS KAPİTAL’DE YAZIYOR!
Metal direnişi sürerken otomotiv fabrikalarının verdiği iş ilanlarını hatırladınız mı? Hani şu iş arayanlara ‘Gelin fabrikamıza iş başvurusu yapın’ çağrısı yapan ilan.
İşte bu tanıklığımız, Das Kapital’de anlatılır.
İşsizler Das Kapital’de, ‘nispi artı-nüfus’ ya da yedek sanayi ordusu olarak tanımlanır.
[Değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine artmasıyla]... Emekçi nüfus, kendi yarattığı sermaye birikimi ile kendisini nispi ölçüde fazlalık hale getirir.
Kapitalist bir birikimin yasası işte, emekçilerin ‘artık nüfus’ olması!
Ama bu nüfus artıktır ama patron için işlevsiz değildir.
Marx der ki... “Bu artı nüfus, her an elinin altında bulunan yedek sanayi ordusunu oluşturur... Yedek sanayi ordusu, duraklama ve ortalama üretim döneminde faal emek ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk döneminde bu faal emek ordusunun isteklerini dizginler.
Yani tıpkı Bursa’daki gibi... Renault işçisi, üretim artar, patron büyürken ücret artışı
İstedi mi... Verilen, “Bu paraya çalışacak çok kişi var, canın isterse” cevabı, Bursa’da bolca bulunan yedek sanayi ordusuna yani işsizlere güvenilerek verilir.
UYUŞTURUCU KULLANAN GENÇLER NEREDEN GELDİ?
Uyuşturucu kullanımının, işsizliğin yaygın olduğu illerden biri haline geldi Bursa. Das Kapital’de yazanlara göre, bu tablo kapitalizmin doğal akışına uygun.
Das Kapital diyor ki; “Yedek sanayi ordusu, akıcı, saklı ve durgun olarak üç biçimde hep vardır.”
Toplu işten çıkarmalarla bazen işe almalarla oluşanlar akıcıdır. Ki, Bursa’da bolca vardır. 2012 yılında toplam 6 bin işçinin üç vardiya halinde çalıştığı Renault’da şimdi 5 bine yakın işçi çalışıyor.
Kırlardan kentlere sürekli akış olması, tarım bölgelerini daimi saklı bir sanayi deposuna dönüştürür. Tarımcılığın yaygın olduğu Bursa’da tarımdaki çözülmeden bunu gözlemlemek çok kolay. Durgunlar yedek sanayi ordusunun en dipteki tortusudur. Sefalet alanındadırlar; Serseriler, suçlular, orospular gibi...
İşte bu tortuların Bursa gibi hem sanayisi hem de tarımsal alanı bulunan bir kentte sürekli artıyor olması tesadüf değil!
Marx diyor ki... İşçi sınıfı ve düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır.
Ne kadar anlaşılır kılıyor değil mi, Türkiye’deki 20 milyon yoksulun varlığını.
Metal direnişinin, kapitalizmin yasalarını anlatan Das Kapital’i nasıl da sayfa sayfa önümüze serdiğine...
O yazıda sormuştuk: “Binlerce işçiye 1000’er lira ikramiye dağıtmayı kabul edip, saat ücretine 1 lira dahi zam yaptırmayan şey neydi?
Soru üzerinden artı değeri anlatmıştık.
Ve yine o yazıda şu tespiti paylaşmıştık: “Makine, ham madde, bina, para... Hiç biri ama hiçbiri kendi kendine değer üretmiyor. Ona müdahale edip ondan değer yaratan işçinin kendisidir.”
Buradan devam edelim!
Başka araçlar değer yaratamaz mı? Örneğin teknoloji...
Bilim ve teknolojideki devrim, işi tamamen robotlarla araba üretebilir noktaya getirmedi mi?
Otomotiv patronları neden tamamen işçisiz üretime geçmiyor da... Neden işçinin ağız kokusunu çekiyor?
ÖLÜ EMEK DEĞER YARATMAZ!
Das Kapital diyor ki...
Üretim araçları yani makine, teçhizat, ham madde ve ara mallar...
Bunlar yeni üretilen metaya hiçbir şey katmaz.
Bunların değeri değişmeden yeni metaya aktarılır. Olan sadece emek gücü eliyle biçim değiştirmeleridir.
Renault’dan anlatmaya devam edelim.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk...
Kaç liraysa değeri, diyelim toplamı 8 bin lira olsun! Bu rakam yeni üretilen arabaya aynen 8 bin TL olarak (maliyet) aktarılır. Çeliğin, plastiğin şekli değişse de rakam değişmez!
Ya da üretimde kullanılan bir makineyi ele alalım. Bu makinenin ömrü misal olarak diyelim 100 bin araç üretecek kadar olsun.
Her araç üretiminde 100 binde biri yeni araca aktarılır. İkinci araçta bir daha aktarır. 100 bininci araç üretildiğinde o makine hurda olur.
Bu nedenle Das Kapital’de Marx, üretim araçlarına değişmeyen sermaye adını verir. Değişen sermaye emektir. Aldığı ücretin ötesinde değer yaratır.
Değişmeyen sermayeye, ‘ölü emek’ der Marx aynı zamanda.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk... Parayla satın alınırlar. O para geçmişte işçiler tarafından üretilen artı değerin el konulmuş halidir.
Hani 8 bin lira demiştik ya o ölü emektir. Bir araya geldiklerinde yaratılan değerin yeni bölümü işçinin katkısıdır. Yani canlı emeğin katkısı...
TEKNOLOJİ SADECE SÖMÜRÜYÜ ARTIRIR
Peki bu teknoloji ne işe yarar?
Renault Bursa fabrikasından anlatmaya devam edelim.
Renault’da 2005 yılında saatte 41 araç üretiliyordu.
O zaman Renault, örneğin işçisine bir yılda 100 bin lira veriyorduysa, 100 bin lira da kâr elde ediyordu. Yani 1 işçiye veriyorduysa 1 de kâr elde ediyordu.
Sömürü oranı yüzde 100’dü yani...
Sonra patron teknolojiyi geliştirdi. 2005’te saatte 41 araç üretilen Renault’da rakam 63’e çıktı.
Kârların işçi maliyetini ikiye katlamaya başladı. 100 işçiye veriyorsa 200 cebe atmaya başladı. Sömürü oranı yüzde 200’e çıktı.
Teknoloji değer yaratmadı sadece aynı işçinin daha çok üretmesinin önünü açtı.
Sonra teknolojiyi değiştirmeden, adına ‘verimlilik’ denilen yöntemle sömürüyü artırdı Renault.
İki yıl önce bir UET’de (üretim birimi) 36 işçi çalışırken şimdi bu rakam 19.
İşçi sayısı düşerken üretilen araba sayısı düşmedi.
İşçinin ortalama saat ücreti 8.1 lira olsa... Eskiden bir saate 36 işçiye 292 lira (36x8.1) ödemesi gerekirken şimdi ödediği para sadece 153 lira (19x8.1).
Neredeyse yarı yarıya.
Aynı teknoloji ile aynı sayıda araç üretilmeye devam edildiğine göre sömürü neredeyse iki kat artmış demektir.
Şimdi patron 100 işçiye veriyorsa, 280 cebe indiriyor.
Teknoloji sayesinde değil bu kâr! Muazzam bir canlı emek sömürüsüyle...
TEKNOLOJİ VAR ÇİŞ YOK!
İnsansız fabrika çalıştırmak burjuvazinin, kapitalistlerin işine gelmez. Çünkü o zaman üretim yapabilir, ama sömürü yapamaz. Çünkü sömürünün kaynağı; ne çok üretimdir, ne de ileri teknoloji ürünü makinelerin üretime sokulması. Tersine, dün de bugün de sömürünün tek kaynağı ‘canlı emek’tir.
Kapitalist, işçi atıp makineleştikçe sömürüyü artırıyor... Bu durum patron sanki makineleri sömürüyor da ondan kârı artıyor gibi görüntü oluşturuyor. Görüntü böyle olsa da, gerçek patronun geri kalan işçileri daha çok sömürmesidir.
Geride kalan işçilerin sadece sömürü oranları artmaz, aynı zamanda sömürü koşulları da ağırlaşır. İşte Renault... İşçilerin tuvalet ve su ihtiyacını karşılarken yerlerine bakan yedek eleman sayısı ise ya bire indirilmiş ya da tamamen kalkmış. Bu nedenle çalışırken su bile içemediklerini tuvalete gidemediklerini anlatıyor işçiler. (Metal işçisi yasasını yazıyor, 19 Mayıs 2015, Muzaffer Özkurt, Evrensel).
Şimdi, Das Kapital’de yazıp da, metal direnişinde karşımıza çıkan kapitalizmin diğer yasalarına geçelim.
İŞTE BU YÜZDEN PARÇA GİBİ GÖRÜLMEK!
Yaşadığımız kapitalist sistemde... Mülksüzler barınmak, giyinmek, yemek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için emek gücünü belli saatlerde satmak zorundadır.
Das Kapital işte bu yüzden diyor ki; kapitalizmde işçiler, patronlar için değişken sermayedir. Patron gözünde işçi, doğal kaynaktır.
Patron için işçi, iş gücünden başka bir şey değildir! İşte bu yüzdendir! Renault patronunun ağır çalışma koşulları sonrası bel fıtığı, boyun fıtığı, dizde ödem, menisküs yırtılması yaşayan işçiyi hiç düşünmeden, bir parça gibi kapı önüne koyması...
Patron gözünde işçinin sadece iş gücü olarak bir değeri vardır, insan olarak değil!
KAÇINILMAZ SÜREÇ DAHA AZ İŞÇİ
Marx diyor ki... Meta fiyatlarının ucuzluğu iki şeye bağlıdır. Emeğin üretkenliğine ve üretimin boyutuna. [Yani işçi ucuza, çok üretecek. Tıpkı Renault’daki gibi. (Parantez içleri bana ait)] .
“Bunun için büyük sermaye daha küçüğünü yener” diyor ve ekliyor: Birikim sırasında meydana gelen ek sermaye büyüklüğü ile orantılı olarak daima daha az emekçiyi kendisine çekiyor. Öte yandan, yeniden-üretilen ek sermaye, eskiden çalıştırdığı emekçileri daima biraz daha kendisinden uzaklaştırıyor.”
Renault’nun büyüdükçe işçi sayısını azaltması kapitalizmin bir yasası yani.
Marx’ın bunu, “sermayenin değişmeyen kısmının [makineler, ham madde vd.lerinin], değişen kısma [emek gücüne] oranla giderek artma yasası” olarak tanımlıyor.
Bu yasa teknoloji başta olmak üzere sermayenin değişmeyen kısmında ortaya çıkan ve emek üretkenliğini artıran bir yasa.
İşte bu yasa işledikçe, Bursa’da işsiz sayısı artıyor otomotiv üretimi artsa da...
DİRENİŞTE VERİLEN İŞ İLANI DAS KAPİTAL’DE YAZIYOR!
Metal direnişi sürerken otomotiv fabrikalarının verdiği iş ilanlarını hatırladınız mı? Hani şu iş arayanlara ‘Gelin fabrikamıza iş başvurusu yapın’ çağrısı yapan ilan.
İşte bu tanıklığımız, Das Kapital’de anlatılır.
İşsizler Das Kapital’de, ‘nispi artı-nüfus’ ya da yedek sanayi ordusu olarak tanımlanır.
[Değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine artmasıyla]... Emekçi nüfus, kendi yarattığı sermaye birikimi ile kendisini nispi ölçüde fazlalık hale getirir.
Kapitalist bir birikimin yasası işte, emekçilerin ‘artık nüfus’ olması!
Ama bu nüfus artıktır ama patron için işlevsiz değildir.
Marx der ki... “Bu artı nüfus, her an elinin altında bulunan yedek sanayi ordusunu oluşturur... Yedek sanayi ordusu, duraklama ve ortalama üretim döneminde faal emek ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk döneminde bu faal emek ordusunun isteklerini dizginler.
Yani tıpkı Bursa’daki gibi... Renault işçisi, üretim artar, patron büyürken ücret artışı
İstedi mi... Verilen, “Bu paraya çalışacak çok kişi var, canın isterse” cevabı, Bursa’da bolca bulunan yedek sanayi ordusuna yani işsizlere güvenilerek verilir.
UYUŞTURUCU KULLANAN GENÇLER NEREDEN GELDİ?
Uyuşturucu kullanımının, işsizliğin yaygın olduğu illerden biri haline geldi Bursa. Das Kapital’de yazanlara göre, bu tablo kapitalizmin doğal akışına uygun.
Das Kapital diyor ki; “Yedek sanayi ordusu, akıcı, saklı ve durgun olarak üç biçimde hep vardır.”
Toplu işten çıkarmalarla bazen işe almalarla oluşanlar akıcıdır. Ki, Bursa’da bolca vardır. 2012 yılında toplam 6 bin işçinin üç vardiya halinde çalıştığı Renault’da şimdi 5 bine yakın işçi çalışıyor.
Kırlardan kentlere sürekli akış olması, tarım bölgelerini daimi saklı bir sanayi deposuna dönüştürür. Tarımcılığın yaygın olduğu Bursa’da tarımdaki çözülmeden bunu gözlemlemek çok kolay. Durgunlar yedek sanayi ordusunun en dipteki tortusudur. Sefalet alanındadırlar; Serseriler, suçlular, orospular gibi...
İşte bu tortuların Bursa gibi hem sanayisi hem de tarımsal alanı bulunan bir kentte sürekli artıyor olması tesadüf değil!
Marx diyor ki... İşçi sınıfı ve düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır.
Ne kadar anlaşılır kılıyor değil mi, Türkiye’deki 20 milyon yoksulun varlığını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder