9 Haziran 2015 Salı

Metal direnişinde Das Kapital’i okumak-1

Patronlar her şeye yanaştı bir tek ona yanaşmadı.
Neydi o?
Saat ücretlerinin artırılması.
Bursa’dan başlayıp başka illere yayılan metal direnişinde tanık olduk ki... Patronlar saat ücretlerinin artırılması konusunda adeta, Nuh deyip peygamber demediler!
“Direnişin verdiği bir günlük zarar 175 milyon TL’dir” dediler... “Saat ücretlerine zam yapalım da bitsin bu iş” asla demediler.
Direniş bir haftayı geride bıraktığında... “Zarar 1 milyar lirayı geçmiş durumda” açıklamasını yaptılar. Ama saat ücretlerinin artışı konusunda anlaşmayacaklarını da kararlılıkla dile getirdiler.
Direniş sürdükçe patronlar işçiye her gün daha cazip bir teklifle geldiler... Lakin saat ücretleri konusunda en fazla, “Hele bir üretime başlayın bir ay sonra bakarız” oyalaması tutumunu benimsediler.
Neydi acaba?
Binlerce işçiye 1000’er lira ikramiye dağıtmayı kabul edip, saat ücretine 1 lira dahi zam yaptırmayan şey...
Günlük 175 milyon liralık zararı göze aldırıp saat ücretlerine 175 kuruşluk zam yapmaya yanaştırmayan şey...
Cevaplar, nicedir unutturulmaya çalışılan yasalarda saklı. Kapitalizmin yasalarında.
KAPİTALİZMİN YASALARI
İçinde bulunduğumuz sistemin adı Kapitalizm.
Suyun 100 derecede kaynaması...
Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180 derece olması gibi...
Kapitalizmin de yasaları vardır.
Bir şeyin yasa olabilmesi için iki kural var. Bir, düzenli tekrarlayacak. İki, ortaya çıktığı her durumda geçerli olacak.
Fen bilimlerinde yasaları bulup çıkarmak kolay da...  Sosyal bilimlerde ise iş hiç de kolay değil.
Bu zahmetli işi Karl Marx yapmış, hem de 150 yıl önce.
Kapitalizmin yasalarını, genetiğini çıkarmış... Tüm bunları Das Kapital adlı kitapta toplayıp insanlığın hizmetine sunmuş.
Marx’ta kapitalizmin biricik yasası, sermaye birikim yasasıdır. Bu yasanın temeli de artı değerdir.
KÜÇÜK BİR HESAPLA ARTI DEĞER

Artı değeri otomobil üretiminden anlatalım.
Renault’ta 1600 işçi, 57 saniyede, 1 araç (anahtar teslim) üretiyor.
1 saate 63 araç.
Bir otomobil üretimi için olmazsa olmaz çelik, cam, kauçuk, alüminyum, plastik gibi malzemeler...
Motor, vites, koltuklar ve klima gibi parçalar...
Elektrik tüketimi...
Makinelerin, binaların yıpranma payı...
Misal, hepsi olsun 15 bin lira.
63 araç için eder 945 bin lira.
Peki 63 arabayı üretmek için işçiye ne veriliyor?
İşçinin ortalama saat ücreti 8,1 lira olsa... 1600 işçiye bir saatte 13 bin lira (1600x8,1) ödeme yapılıyor.
Hadi bunu da maliyete ekleyelim. 945 bin liralık rakam olur 958 bin lira...
1 saatlik araba üretimin maliyeti bu.
Peki 1 saatlik araba üretimin değeri ne kadar?
(Biz burada durumu gösterebilmek için arabayı en ucuza elden çıkaralım ve diyelim ki bir araç 16 bin lira olsun.)
Bir saatte üretilen 63 araç, tanesi 16 bin liradan, toplamda 1 milyon 50 bin eder.
Aradaki fark 92 bin lira.
İşte bu fark artı değerdir
İşçi bir saatte patrona 92 bin liralık değer yaratıyor kendisi sadece 13 bin lira alıyor.
Makine, hammadde, bina, para... Hiç biri ama hiçbiri kendi kendine değer üretmiyor. Ona müdahale edip ondan değer yaratan işçinin kendisidir.
Bir sürü firmanın araç ürettiği bir ortamda rekabet edebilmenin kuralı, işçinin ürettiği değere abanmaktır.
Abanarak rekabet edebilmenin iki kuralı vardır. Bir, ücretleri düşük tutacaksın. İki, çok fazla ürettireceksin.  
Yukarıda farazi verdiğimiz örnekteki gibi... İşçi ücretleri hariç 15 bine ürettiğini 16 bine satıp, devasa kârlar elde edebilmek için, işçi ücretlerini düşük tutacaksın. Bir de işçiye çok ürettireceksin.
İşte Renault ikisini de yapıyor. İşçileri çişe bile göndermeyip 57 saniyede bir araba üretiyor, hem de saat ücretlerini düşük tutuyor. (Diğer otomotiv firmalarının da farkı yok).
Patronun, bazısı yalan olsa da, her şeyle uzlaşmaya açık olduğunu söylerken saat ücretlerini artırmaya neden yanaşmadığı çok açık değil mi?

METALDE SÖMÜRÜ BÜYÜK
İşçi hiçbir şey almadan bir ay çalışıyor. Kapitaliste büyük değer yaratıyor. Kapitalist bu değerin büyük bölümüne el koyuyor. İşçiye ise ürettiği değerin çok küçük bir kısmını ücret olarak ödüyor.
İşte bu el koymaya sömürü deniyor.
Metal sektöründe el koyma yüksek. İşçinin yarattığı değerden (yukarıda nasıl yarattığını özetledik) nakliye gideri, vergi ödemesi, reklam harcaması gibi giderler düşülünce geriye kalan, kâr olarak patronun cebine giriyor.
İlk 500 büyük firma içindeki metal sektörünün kârlarına bakınca... Kârların işçi maliyetini üçe katladığı görülüyor. Yani bir işçiye üç patronun cebine!
Mustafa Sönmez’in İSO verilerinden hazırladığı rakamlara göre... Örneğin 6 bin 400’e yakın ücretlinin çalıştığı Tofaş’ta, yıllık kâr 850 milyona ulaşıyor. Yani, Tofaş işçi başına 130 bin lira kâr elde ediyor.
Kişi başına yapılacak aylık 500 TL zammın yıllık tutarı 38 milyonu buluyor...
Firmanın 850 milyona ulaşan kârlarını sadece yüzde 4,5 azaltıyor.
Bir işçi başına elde edeceği kâr sadece 130 binlerden 125 binlere indiriyor.
Ama yapmıyor işte. Çünkü Türkiye’yi rekabet üssü haline getirebilmenin altın kuralı ucuz işçilik.
Bursa’daki direniş, artı değerin dışında, Das Kapital’in başka bölümlerini de okuttu bize. Onları da hatırlayalım ki...
Sadece sosyal ve demokratik talepleri politik olarak algılama... Kapitalizmin can damarına basan artı değer kavgasını ekonomik zannetme... Cehaletlerine kapılmayalım.
Das Kapital’le hafızaları tazeleyelim. Ama bunu yer darlığı nedeniyle, bir sonraki yazıya bırakalım.

AVRUPA’NIN KÖLE İŞÇİSİ
Türkiye ihracatının en büyük parçasını, 22 milyar dolarlık ihracatla, otomotiv oluşturuyor.
2014’te otomotiv üretimi 1 milyon 170 bin adetle rekoru kıl payıyla kaçırdı. Bu yıl 1 milyon 250 bin adetle tüm zamanların en yüksek rakamı bekleniyor.
Aynı şekilde ihracatın 925 bin adetle rekora ulaşması hedefleniyor.
Peki 3 büyük otomotiv şirketindeki üretim kesintisi hedefleri bozar mı?
Bozmaz çünkü, patronlar diyor ki... “Direniş boyunca üretimde meydana gelen kayıpları Ağustos’ta yapılan tatil dönemlerini azaltarak telafi edeceğiz. Nasıl olsa işçi saat ücretlerine zam yapmadık, böylece arabayı da aynı fiyattan satabiliriz.”
Otomotiv sektörü 2023 ihracat hedeflerini açıkladı. Hedef 75 milyarlık ihracat. (Ayrıntıları için bakınız Milliyet, otomotiv eki, 29 Mayıs Cuma).
Neye güveniliyor? Tabi ki Türkiye’nin patron için ucuz işçi cenneti olmasına.
Türkiye’deki otomotiv işçileri aynı işi yapan Avrupalı işçilerin beşte biri kadar ücret alıyor.
Batı Avrupa’nın otomotiv üretimi yapan çeşitli ülkelerinde, bir işçi yılda 55 ila 75 bin Avro arasında ücret alırken Türkiyeli işçi yalnızca 10 bin Avroya çalışıyor.
Üstelik robotlarla yarışıyor, hastalanma hakkı yok, sıkıştığında çişe gitmesi bile yasak.
İşçinin sosyal hayatı kalmadı. Kredi borçları tavan yaptı.
Yine de işçiye deniliyor ki... “Saat ücreti düşük kalacak”.
Kölesin sen köle kal! Öyle mi?

Bülent FALAKAOĞLU

Metal direnişinde Das Kapital’i okumak -2

Geçen hafta giriş yapmıştık.
Metal direnişinin, kapitalizmin yasalarını anlatan Das Kapital’i nasıl da sayfa sayfa önümüze serdiğine...
O yazıda sormuştuk: “Binlerce işçiye 1000’er lira ikramiye dağıtmayı kabul edip, saat ücretine 1 lira dahi zam yaptırmayan şey neydi?
Soru üzerinden artı değeri anlatmıştık.
Ve yine o yazıda şu tespiti paylaşmıştık: “Makine, ham madde, bina, para... Hiç biri ama hiçbiri kendi kendine değer üretmiyor. Ona müdahale edip ondan değer yaratan işçinin kendisidir.”
Buradan devam edelim!
Başka araçlar değer yaratamaz mı? Örneğin teknoloji...
Bilim ve teknolojideki devrim, işi tamamen robotlarla araba üretebilir noktaya getirmedi mi?
Otomotiv patronları neden tamamen işçisiz üretime geçmiyor da... Neden işçinin ağız kokusunu çekiyor?
ÖLÜ EMEK DEĞER YARATMAZ!
Das Kapital diyor ki...
Üretim araçları yani makine, teçhizat, ham madde ve ara mallar...
Bunlar yeni üretilen metaya hiçbir şey katmaz.
Bunların değeri değişmeden yeni metaya aktarılır. Olan sadece emek gücü eliyle biçim değiştirmeleridir.
Renault’dan anlatmaya devam edelim.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk...
Kaç liraysa değeri, diyelim toplamı 8 bin lira olsun! Bu rakam yeni üretilen arabaya aynen 8 bin TL olarak (maliyet) aktarılır. Çeliğin, plastiğin şekli değişse de rakam değişmez!
Ya da üretimde kullanılan bir makineyi ele alalım. Bu makinenin ömrü misal olarak diyelim 100 bin araç üretecek kadar olsun.
Her araç üretiminde 100 binde biri yeni araca aktarılır. İkinci araçta bir daha aktarır. 100 bininci araç üretildiğinde o makine hurda olur.
Bu nedenle Das Kapital’de Marx, üretim araçlarına değişmeyen sermaye adını verir. Değişen sermaye emektir. Aldığı ücretin ötesinde değer yaratır.
Değişmeyen sermayeye, ‘ölü emek’ der Marx aynı zamanda.
Çelik, cam, plastik, motor, vites, koltuk... Parayla satın alınırlar. O para geçmişte işçiler tarafından üretilen artı değerin el konulmuş halidir.
Hani 8 bin lira demiştik ya o ölü emektir. Bir araya geldiklerinde yaratılan değerin yeni bölümü işçinin katkısıdır. Yani canlı emeğin katkısı...
TEKNOLOJİ SADECE SÖMÜRÜYÜ ARTIRIR

Peki bu teknoloji ne işe yarar?
Renault Bursa fabrikasından anlatmaya devam edelim.
Renault’da 2005 yılında saatte 41 araç üretiliyordu.
O zaman Renault, örneğin işçisine bir yılda 100 bin lira veriyorduysa, 100 bin lira da kâr elde ediyordu. Yani 1 işçiye veriyorduysa 1 de kâr elde ediyordu.
Sömürü oranı yüzde 100’dü yani...
Sonra patron teknolojiyi geliştirdi. 2005’te saatte 41 araç üretilen Renault’da rakam 63’e çıktı.
Kârların işçi maliyetini ikiye katlamaya başladı. 100 işçiye veriyorsa 200 cebe atmaya başladı. Sömürü oranı yüzde 200’e çıktı.
Teknoloji değer yaratmadı sadece aynı işçinin daha çok üretmesinin önünü açtı.
Sonra teknolojiyi değiştirmeden, adına ‘verimlilik’ denilen yöntemle sömürüyü artırdı Renault.
İki yıl önce bir UET’de (üretim birimi) 36 işçi çalışırken şimdi bu rakam 19.
İşçi sayısı düşerken üretilen araba sayısı düşmedi.
İşçinin ortalama saat ücreti 8.1 lira olsa... Eskiden bir saate 36 işçiye 292 lira (36x8.1) ödemesi gerekirken şimdi ödediği para sadece 153 lira (19x8.1).
Neredeyse yarı yarıya.
Aynı teknoloji ile aynı sayıda araç üretilmeye devam edildiğine göre sömürü neredeyse iki kat artmış demektir.
Şimdi patron 100 işçiye veriyorsa, 280 cebe indiriyor.
Teknoloji sayesinde değil bu kâr! Muazzam bir canlı emek sömürüsüyle...
TEKNOLOJİ VAR ÇİŞ YOK! 
İnsansız fabrika çalıştırmak burjuvazinin, kapitalistlerin işine gelmez. Çünkü o zaman üretim yapabilir, ama sömürü yapamaz. Çünkü sömürünün kaynağı; ne çok üretimdir, ne de ileri teknoloji ürünü makinelerin üretime sokulması. Tersine, dün de bugün de sömürünün tek kaynağı ‘canlı emek’tir.
Kapitalist, işçi atıp makineleştikçe sömürüyü artırıyor... Bu durum patron sanki makineleri sömürüyor da ondan kârı artıyor gibi görüntü oluşturuyor. Görüntü böyle olsa da, gerçek patronun geri kalan işçileri daha çok sömürmesidir.
Geride kalan işçilerin sadece sömürü oranları artmaz, aynı zamanda sömürü koşulları da ağırlaşır. İşte Renault... İşçilerin tuvalet ve su ihtiyacını karşılarken yerlerine bakan yedek eleman sayısı ise ya bire indirilmiş ya da tamamen kalkmış. Bu nedenle çalışırken su bile içemediklerini tuvalete gidemediklerini anlatıyor işçiler. (Metal işçisi yasasını yazıyor, 19 Mayıs 2015, Muzaffer Özkurt, Evrensel).
Şimdi, Das Kapital’de yazıp da, metal direnişinde karşımıza çıkan kapitalizmin diğer yasalarına geçelim.

İŞTE BU YÜZDEN PARÇA GİBİ GÖRÜLMEK!
Yaşadığımız kapitalist sistemde... Mülksüzler barınmak, giyinmek, yemek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için emek gücünü belli saatlerde satmak zorundadır.
Das Kapital işte bu yüzden diyor ki; kapitalizmde işçiler, patronlar için değişken sermayedir.   Patron gözünde işçi, doğal kaynaktır.
Patron için işçi, iş gücünden başka bir şey değildir! İşte bu yüzdendir! Renault patronunun ağır çalışma koşulları sonrası bel fıtığı, boyun fıtığı, dizde ödem, menisküs yırtılması yaşayan işçiyi hiç düşünmeden, bir parça gibi kapı önüne koyması...
Patron gözünde işçinin sadece iş gücü olarak bir değeri vardır, insan olarak değil!

KAÇINILMAZ SÜREÇ DAHA AZ İŞÇİ  
Marx diyor ki... Meta fiyatlarının ucuzluğu iki şeye bağlıdır. Emeğin üretkenliğine ve üretimin boyutuna. [Yani işçi ucuza, çok üretecek. Tıpkı Renault’daki gibi. (Parantez içleri bana ait)] .
“Bunun için büyük sermaye daha küçüğünü yener” diyor ve ekliyor: Birikim sırasında meydana gelen ek sermaye büyüklüğü ile orantılı olarak daima daha az emekçiyi kendisine çekiyor. Öte yandan, yeniden-üretilen ek sermaye, eskiden çalıştırdığı emekçileri daima biraz daha kendisinden uzaklaştırıyor.”
Renault’nun büyüdükçe işçi sayısını azaltması kapitalizmin bir yasası yani.
Marx’ın bunu, “sermayenin değişmeyen kısmının [makineler, ham madde vd.lerinin], değişen kısma [emek gücüne] oranla giderek artma yasası” olarak tanımlıyor.
Bu yasa teknoloji başta olmak üzere sermayenin değişmeyen kısmında ortaya çıkan ve emek üretkenliğini artıran bir yasa.
İşte bu yasa işledikçe, Bursa’da işsiz sayısı artıyor otomotiv üretimi artsa da...

DİRENİŞTE VERİLEN İŞ İLANI DAS KAPİTAL’DE YAZIYOR!
Metal direnişi sürerken otomotiv fabrikalarının verdiği iş ilanlarını hatırladınız mı? Hani şu iş arayanlara ‘Gelin fabrikamıza iş başvurusu yapın’ çağrısı yapan ilan.
İşte bu tanıklığımız, Das Kapital’de anlatılır.
İşsizler Das Kapital’de, ‘nispi artı-nüfus’ ya da yedek sanayi ordusu olarak tanımlanır.
[Değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine artmasıyla]... Emekçi nüfus, kendi yarattığı sermaye birikimi ile kendisini nispi ölçüde fazlalık hale getirir.
Kapitalist bir birikimin yasası işte, emekçilerin ‘artık nüfus’ olması!
Ama bu nüfus artıktır ama patron için işlevsiz değildir.
Marx der ki... “Bu artı nüfus, her an elinin altında bulunan yedek sanayi ordusunu oluşturur... Yedek sanayi ordusu, duraklama ve ortalama üretim döneminde faal emek ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk döneminde bu faal emek ordusunun isteklerini dizginler.
Yani tıpkı Bursa’daki gibi... Renault işçisi, üretim artar, patron büyürken ücret artışı
İstedi mi... Verilen, “Bu paraya çalışacak çok kişi var, canın isterse” cevabı, Bursa’da bolca bulunan yedek sanayi ordusuna yani işsizlere güvenilerek verilir.

UYUŞTURUCU KULLANAN GENÇLER NEREDEN GELDİ?
Uyuşturucu kullanımının, işsizliğin yaygın olduğu illerden biri haline geldi Bursa. Das Kapital’de yazanlara göre, bu tablo kapitalizmin doğal akışına uygun.
Das Kapital diyor ki; “Yedek sanayi ordusu, akıcı, saklı ve durgun olarak üç biçimde hep vardır.”
Toplu işten çıkarmalarla bazen işe almalarla oluşanlar akıcıdır. Ki, Bursa’da bolca vardır. 2012 yılında toplam 6 bin işçinin üç vardiya halinde çalıştığı Renault’da şimdi 5 bine yakın işçi çalışıyor.
Kırlardan kentlere sürekli akış olması, tarım bölgelerini daimi saklı bir sanayi deposuna dönüştürür. Tarımcılığın yaygın olduğu Bursa’da tarımdaki çözülmeden bunu gözlemlemek çok kolay. Durgunlar yedek sanayi ordusunun en dipteki tortusudur. Sefalet alanındadırlar; Serseriler, suçlular, orospular gibi...
İşte bu tortuların Bursa gibi hem sanayisi hem de tarımsal alanı bulunan bir kentte sürekli artıyor olması tesadüf değil!
Marx diyor ki... İşçi sınıfı ve düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır.
Ne kadar anlaşılır kılıyor değil mi, Türkiye’deki 20 milyon yoksulun varlığını.

Tarımda Gübreleme

GÜBRE NEDİR? İçerisinde bir veya birkaç bitki besin maddesini bir arada bulunduran maddelere gübre denir. Gübreler yapılarına göre ticari gü...

Son 30 günde En çok görüntülenen